{ margin-top:0px; position: relative; top: -50px; }
Related Posts Widget for Blogs by LinkWithin

















Lytebox Deneme
Image #1
Devamı ..

-----------------------Lytebox deneme Son --------------------------------------------

-------------------- IFRAMED HTML WITH LIGHT BOX ---------------------------------
Google Search
-------------------- IFRAMED HTML END --------------------------------------------


-------------------- IFRAMED SCROLL WINDOW DEMONSTRATION -------------------------



This is a cool script that allows you to compact any content and confine it within a scrollable mini "window" Save valuable document space while making your page more "interactive", all at the same time! This script uses two different techniques- one for IE, one for NS- to create the scrollable window. Scrollbars will be available to IE 4 users to scroll the window, while NS users will need to use the "up" and "down" buttons instead (since NS does not support the adding of scrollbars to contents).

-------------------- IFRAMED SCROLL WINDOW DEMONSTRATION END -------------------------


----------------------- Fixed Tool Tip Deneme ---------------
JavaScript Kit
CodingForums.com
----------------------- Fixed Toll Tip Deneme End ---------------------------

Iframed SWF Display

------------------------ You Tube Iframed Test ------------------------------

Iframed YouTube Display

------------------------ You Tube Iframed Test ------------------------------

Iframed YouTube Display
------------------------ You Tube Iframed Test ------------------------------

Iframed YouTube Display

First tab is active by default:

Image and video hosting by TinyPic
Content of Tab #3
Blogger Widgets







































Hep mi hep, merak etmişti ruhunun ne durumda olduğunu. Şöyle bir daldırsa iki elini, taa içine, ayaklarına kadar. Tutup çekse. Kendisini bir çok sefer ters yüz etse olurmuydu ?. Hep bu soruyla meşgulken aklı, traş olduğu sırada aynaki göz bebeklerini keşfetti. Korktu uzunca bir müddet bunu yapmaktan. Sonra bir gün karar verdi. Oturdu aynanın önüne. Ruhunu alıp tam karşısına yerleştirdi ve dikkatlice baktı. Şüpheleri vardı ama şimdi açık seçik görebiliyordu. Siyahlı, grili, kimi yüzeyde kimi de derinlerde bir sürü iz. Sildiğini zanettiği bir sürü iz. İzler, Yollar, Gelenler, Gidenler. Islak, yağmurlu ıssız sokaklar..
Her yeni gelen
Yeni bir ben
Ve her giden
Bırakıyorken
Bir iz kendinden
Üremiyor kendiliğinden
Eski yüzlerden
Yeni bir sen
Neden, peki neden
Hep beklenen
Bakıyorken
Yola,pencereden
Sahi, ne zaman ve nereden
Geleceksin sen
Yoksa ben,
Hep mi bi ümit gelecekten
Ve senden


Bir de, bir gemi vardı ruhunda çocukluğundan beri uzak denizlere sefer eden. Binip gitsemiydi vazgeçmek için senden, öldürmek için sana dair ihtimalleri tümden.



O bilmez idi, ne yol ne de iz.
İçindeki koca bir deniz.
Kendisi de habersiz.
Öyle usul, öyle sessiz.

Yoktu ikilik, sadece gayreti biz.

Bedeni, can-(an) ı na mezar
Teni, ruh kuşuna kafes.
Bir ses, bir nefes.
Gayrisi, şu dünya hep nefs.


Meselesi bakmaktan ziyade, görmekti. Ölmeden önce ölmeye gayret ediyordu ki azab içindeki ruhu, azad olsun kabir olan teninden. Aynı, Bursa'daki Mevlevi tekkesinin arka bahçesinde sırlanmış ve taşında "Edvar-ı Musikinin Dana-i Serbülend-i. Ahmet Necib Efendi" yazan büyükbabasının niyazı gibi. Hep muhabbet, hep yarenlikti isteği. Paylaşmaktı her şeyi, yarin yanağından azade. Olanı kadar. Bir ses, bir nefes. Olmasındı nefs.
O yüzden emanetçilik ederdi, Anadolu'daki eski bir tren garında. Tüm emanetçiler gibi gözden ırak, sakin bir köşedeydi işyeri. Her şey yavaş hareket eder, zaman usul akardı onun dükkanında. Makbuzu al, kutuyu aç, emaneti ver den gayri bir şey değildi nafaka için çabası.
Bir gün sabaha karşı bir rüya gördü..

Ustası kendisini, bedestendeki dükkanlarından çarşı dışında saatçilik eden Asil Çelik ustaya gönderiyordu. Tamirde olan köstekli saatini almaya. Bedesten den çıkarken arkasına peşmurde kılıklı adamlar takılınca, korkmuştu. Hızlı hızlı yürüyordu onlardan kurtulmak için. Saatçi ustasının dükkanını bulduğunda hava iyice kararmıştı. Dükkanın ön camında Asil Çelik ustanın karaltısı vardı. Sevindi, adamlardan dükkana girince kurtulacağı için. Biraz daha hızlandı. Adamlar hala peşindeydi. Ter içinde saatçinin kapısını açıp içeri girdi. Kapıyı kapayıp gözlerini yumdu ki bir derin ferahlasın, soluklansın. Nefesini salıp boşluğa, açtı gözlerini "Asil Usta !" diyerek..
Gözlerine inanamadı. Dükkan bomboştu. Ne saat ustası, ne de dükkanda her hangi bir eşya vardı. Yere kaydı gözleri. Yer kaplamasına dair, hiç bir şey yoktu. Ahşapların tamamı eksikti ve derin bir uçurum gözüküyordu dükkanın tabanında.. Düşmemek için yükseklerden aşağı, zor zahmet tutundu dükkan kapısına..

"Usta! Eksik ama Eksik" diye, bağırarak uyandı rüyasından. Kan, ter içersindeydi ve korkmuştu gördüklerinden. "TEK dir Allah" dedi, yüzünü sıvazlayarak. Kalktı, yıka
dı yüzünü. Geçti yazı masasının başına. Bir cigara sarıp harfleri saydı, eb-ced ile hesab etti. Kalemi yerine koyarken, "Tamam, bildim, vakt-ü saat tamamdır" dedi.
Giyinip, sokağa çıktı. Yolunun üzerindeki fırından iki tane simit aldı. Gar'ın sol köşesindeki Gülsüm'ün çayevinden, bir büyük çay istedi. Besmele ile açtı kapıyı ve sağ adımını attı dükkandan içeri, yıllardır adet ettiği gibi. Anahtarlarını, masanın üzerine bır
akırken çaycının çırağı siparişini getirip bıraktı. Bardağın içine şekerleri bırakırken gözleri güldü. Son simidin, son yarısını da ağzına götürüyorken kapının açıldığını anladı çıngırak sesinden. Son simid parçasına takılı kalan gözlerinin, içinde olduğu kafasını kaldırmadı, içeriye girene bakmak için. Gelen adam, cebinden çıkardığı makbuzu masanın üzerine bıraktı. Kağıt parçası görüş alanındaydı. Göz ucuyla baktığı yazıyı, tanıdı.. bildi .. Teslim alacak olan hanesinde "Asil Çelik" yazıyordu. Kimlik sormaya gerek duymadı. Yerinden kalkıp, adama son kutudakini teslim etti. Konuşmadılar. Son emaneti de vermişti, borcundan kurtulanın hafifliğiyle. Akşama kadar ne kimse geldi ne de kendisi o makbuzdan gözlerini ayırdı. Yağmurun arka pencereye vuruşuyla birden kalktı. Uzanıp paltosunu aldı. Kapıyı kilitlemeden çekti. Kapının çıngırağı yine kapının arkasında bir kez daha şıngırdadı. Gişeden ikinci sınıf bir bilet aldı. Ve son trenle bir daha dönmemek üzere geceye karışıp gitti ..
Geride, masanın üstünde; bir yarım simit, bir çağ bardağının dibinde azıcık çay vardı. Yarım simi
tin yanında duran makbuzun, alt tarafında ise
"Bu da Geçer Ya Hu !" yazıyordu.


Görsel: Serkan Ilmis

Adam hikayeler yazıyordu. Değerlerini pek de farketmemiş olduğu. Ama yazdığı cümle sonlarında ki uyumu seviyordu. Kadın da bu hikayelerden hoşlanıyor ve yazmasını istiyordu. O gece kadına hikayeyi satır sonlarından keserek okuyordu. Kadının da hoşuna gidiyordu. Ve kadının istediği, nasıl olsa bir oyundu. Pek de bir tehlikesi yoktu. Fark etmemişti kadın, delilikle, akıl arasındaki kısa ama derin koridoru. Konuşma arasında adama, "şairim" diyordu. Adam da sürekli, gayretkeş onun için yazıyordu. Bir süre sonra kadın durdu..
Farkedince yıldızlarının, adama kaymakta olduğunu. Kesmek istedi içindeki duyguyu. Bozmak gerekliydi, kontrolünden çıkan kurguyu. Eliyle susturdu. Bir müddet sessizlik olsundu. Adamı, bulutların üstünden alıp yere koydu.. Sonra,
Biri orda, diğeri burda durdu.
Birinin gitmezi, diğerinin kalmazı oldu.
Şair kalamazdı,
Çok ama çok yorgundu.
Son bir kez çaresini sordu.
Biri, suskun ve duygusuzdu.
Öyleyse;
Sebebi de, kal diyeni de yoktu..
Hem zaten, eşyaları kapı önünde duruyordu.
Valizinde, mektup dolu bir ahşap kutu,
Şair, alaca karanlıkta yola koyuldu.
Arkasında kalan sadece bir nottu.
Ve üzerinde irice "ELVEDA" yazıyordu,
Birinin yastığına, giderken iliştirmiş olduğu..
Hayat birine göre de, oyundu.
Güzelliği ise, isteğe göre kurgulanıyordu.
Ve üstelik sakıncası da yoktu.
Şair yürürken, bir an durdu.
Oyun olmasına oyundu ..
İsterik kurguların olduğu.
Peki, kurguların birlikte oluşturduğu,
O büyük senaryoyu kim yazıyordu ?.